Ya doğruları, yamuk gösteriyorlarsa?
"Herşey bu kadar ortada olduğu halde neden bazıları hala gerçekleri görmüyor?" deyip saçınzı başınızı yolanlardan mısınız? İşte size gerçeğe kör insanların ortak özellikleri.
Gerçekleri görememenin önünde iki temel engel vardır: Dış faktörler (algı yönetimi)
ve iç faktörler (gönül körlüğü ya da basiretsizlik).
Bazen birileri, gerçekleri görmemizi istemez ve biz bir algıya kurban gideriz. Mevlana, bir hikayesinde bir adam ve hırsızdan şöyle bahseder:
"Adamın biri geceleyin evinde ayak sesleri duyunca ateşi yakmak için çakmağı eline aldı. Hırsız da hemen gelip önüne oturdu. Adam çakmağı yaktıkça, hırsız çakmağın kavına parmağının ucuyla batırıp ateşi söndürüyordu. Adam bu kav ıslak olmalı ki, yanar yanmaz hemen sönüyor diye düşündü. Çok karanlık olduğundan önünde oturan ve ateşi söndüren hırsızı göremiyordu."
İşte bugün gerçeği göremeyen halkın gönlünde de bu ateşi söndüren hırsızlar var; Gerçekleri çarpıtan ya da saklayan siyasiler ve yandaş medya!
Peki algıdan bu kadar etkilenen beyin, kalp ve ruhun hiç mi suçu yok?
Akpli bir tanıdığımla konuşurken, yine "Zaten başörtü sizde furuat!" diye söze başlayınca şoke oldum. Belki bu meseleyi yüz kere konuşmuştuk. Delileriyle izah edip bu konuda hemfikir olmuştuk "Sen hala esas ve furuat arasındaki farkı gerçekten anlamadın mı?" diye sordum. Cevap dehşet vericiydi! "Herkes bu basit farkı bilir, siz zaten diyalogcusunuz!" deyip başka konuya atladı. Cevabı biliyor olmasına rağmen çarpıtıyordu! Anlayacağınız gerçekleri görmenin önündeki engel sadece algı operasyonu değildi!
Sahi, paralel safsatası, çözüm süreci ihaneti, Rusya ile özür dilemeyiz dileriz uçak krizi, Suriye, Mısır fiyasko politikaları, IŞİD belası, hergün verdigimiz şehitler, bombalanan şehirler ve ölen onca sivil halk ve en son "İsrail terör devletir" söyleminden "Hiç şüphesiz İsrail dostumuzdur" hezimetine kadar herşey ortadayken hala gerçekleri görmemede ısrar neydi? Bunun da tek sebebi var; Gönül ya da vicdan körlüğü! Siz buna basiretsizlik de diyebilirsiniz.
"Kalpleri yok ki idrak etsinler, gözleri yok ki görsünler, kulakları yok ki işitsinler"
Demek ki görmek ve anlamak için kalbin sağlam olması gerekir, gerçeklere nüfuz edebilmek basiret ve feraset işidir. Yoksa insan gözünün önündeki gerçeği bile göremez.
Gönül körlüğüne sebep olan saikler aynı zamanda gerçeği görmemizin önündeki engellerdir. Peki nedir bunlar?
1. Kendini beğenme, kendi fikirlerine fazlaca değer verme.
2. Körü körüne taraftarlık ve partizanlık.
3. Şartlanma (Akp ayetle makara yapsa da dindardır gibi)
4. Hakkı kabul etmemek için karşındakini hiç dinlemeden susturma gayreti.
5. Az bilip çok inanmak (cehalet)
6. Kasten muhalif olma tavrı.
7. Öğrenilmiş Çaresizlik ve korkular(İstikrarı ancak Akp sağlar gibi)
8. Düşmanlık hissi.
9. Kuruntularına ve arzularına uygun her hangi bir delile dayanmayan şeyleri gerçek olarak görmek. (FETÖ diye bir şeyin ne gerçekte ne de hukuken varlığı yok ama zavallıların dillerine pelesenk olmuş)
10 . Başkalarını yalanlamakla kendini doğru gösterme çabası.
11. Başkalarını kusurlu göstermekle kendini mükemmel gösterme çabası.
12. Menfaatperest ve beklenti içinde olma (Fatih Üniversitesi'ne kayyım atandığında, Ahmet Akgündüz'ün "Beni kabul etmemişti oh olsun" tavrı)
13. Haset, kıskançlık, çekememezlik.
14. Bahane üretme. (Çaldı ama çalışıyor)
15. Rant çarkları ve dünyalık kazançlardan vazgeçememe. (Ethem Sancaktar'ın tamamen duygusal olan aşkı)
16. Yanlışa yanlış diyememe. Sonraki adım doğruyu yanlış ilan etmektir!
17. Geçmişte yaşadığı travmalar. (Diğerlerini de gördük ruh hali)
18. Önyargılar, önkabuller
19. Gerçeği görmek istemeyenden daha sağır ve kör kimse yoktur. (En ağır olanı budur)
20. Aşırı sevme ya da nefret etme.
"Bir şeyi aşırı sevmen seni kör eder."Hadis
"İnsan sevdiğinde kusur, sevmediğinde meziyet görmez." İmam Gazali
21. Hırs, öfke, nefret.
22. İçinde bulunduğu grubun eğilimlerine bağlı kalma. Aşağı mahalle yukarı mahalle sendromu)
23. Stakolm Sendromu (Devlet baba döver de sever de)
24. Titanik Sendromu (Sen rahatta kal, bişeycik olmaz)
25. Kabul edilmiş baskılar.
26. Kişisel kompleksler ve yetersizlikler.
Gerçeği göremeyen iki gruptan birincisine aşırı düzeyde algı zehirlenmesine maruz kaldığı için acıyor ve dua ediyoruz.
İkinci gruba hem acıyor, hem kızıyor hem de dua ediyoruz. Bunlara sebep olanları da kınıyor ve Allah'a havale ediyoruz.
Psikolog SÇ
Gündem ve haber analizi, eğitim, kariyer, bireysel gelişim üzerine faydalı testler ve makaleler. Bireysel ve toplumsal sorunlara çözüm önerileri.
30 Haziran 2016 Perşembe
Algı Operasyonu mu Vicdan Körlüğü mü?
28 Haziran 2016 Salı
Ben Kim miyim?
Eleştiriye zerre kadar tahammülü olmayan her vesayet sistemi gibi Akp iktidarı ve yandaşları da, muhalifleri hain, terörist, ajan ilan edip toplumu germeye, kutuplaştırmaya devam ediyor.
Bir Akpli ile konuşurken çoğu zaman 28 Şubat zihniyetinden biriyle konuşuyormuş hissine kapılıyorum. O kadar benzer bir dil kullanıyorlar ki öyle hissetmemek mümkün değil!
Bir zamanlar devleti tağut olarak görüp Cuma namazlarına bile gitmeyen Akp zihniyeti için devlet şimdilerde en kutsal varlıklar arasına girmiş bile!
"Ekmeğini yediğin devlete ihanet edemezsin!"
"Beğenmiyorsan defolup git!"
"Burası sizin vatanınız değil, kendi vatanınıza gidin!"
" Vatansızlar!"
28 Şubatın en çetin dönemlerini yaşamış biri olarak o dönemin dili ve bu söylem arasında hiçbir fark olmadığını söyleyebilirim. O zamanki vesayet de "İrtica İran'a! "
"Modern ve çağdaş Türkiye'de size yer yok!"
"Devletin kurallarına uyacaksınız yoksa biz size haddinizi bildirmesini biliriz!"
diyerek müslümanları ötekileştiriyordu.
İleri demokrasi ve hukuk ile yönetilen toplumlarda, birey devlet için değil, devlet birey için vardır. Devlet milletin vergileriyle varlığını devam ettirir. Ve bu vergiler karşılığında bireye en iyi hizmeti sunmak zorundadır. Iktidardaki hükümet, devletin imkanlarını kendi çıkarları doğrultusunda kullanamaz. Farklı olanları ötekileştirme, düşman gibi gösterme, devletin gücünü(!) sözüm ona gösterme, tehdit olarak görme, tehdit etme, yok etmeye çalışma dikta rejimlerin en belirgin özelliklerindendir.
Dikta rejimlerde devlet kutsaldır ama sadece halkın başına balyozu indirmek için! Yoksa muktedirler istediklerinde devletin en hassas mekanizmalarıyla halkla dalga geçercesine oynayabilir. Yasama, yürütme ve yargı birbirinden ayrı gibi görünse de aynı derin elin kontrolünde ve o ele hizmet eder. Hiç şüphesiz burada en büyük yarayı yargı alır. Hukukun üstünlüğü değil, üstünlerin(!) hukuku işler. Eğer muhalifsen, her an kapın kırılabilir, içeri alınabilirsin! Kanun mu? Ona uygun bir kanun sonradan çıkarılır!
Keyfiliğin doruk noktası! Halkın yaklaşık %85 boşuna "Hukuk öldü" demiyor!
28 Şubat bu kadar şiddetli değildi. O zaman da keyfilik vardı. Ek Kararnameler hazırlanıp başörtüsü, dini faaliyetler, imam hatipler engelleniyordu. Ama hukuku bu kadar açıktan çiğnemeye, masum müslümanları terörist ilan etmeye kimse cesaret edemiyordu.
Dikta ve faşist yönetimlerde Devlet baba yavrularını yiyerek ayakta kalır. Bu uğurda ölmeyi reddeden "karaktersiz baba" olur.
"O zaman neden abin askerliği seçti?" olur. Şehit olan kardeşi için canı yanan rütbeli asker bile hain olur, meslekten atılır. Bu da yetmez "tutuklansın" denir!
Oysa ölçü bu olmalı "Bireyi yaşat ki, devlet yaşasın."
Dikta rejimlerde "suç" yok "makul şüphe" vardır. Rejimi eleştiren herkesi tehdit olarak görür. Devletin bütün güç ve imkanlarını arkasına aldığı halde paranoyalarla yatar kalkar. Fişledigi halkından korkar! En küçük bir eleştiriyi devlete tehdit, devlet erkanına hakaret olarak algılar ve gereğini hemen yapar!
Sen kimsin devlete kafa tutuyorsun?
Senin ne haddine devletin işine karışıyorsun?
Sana ne oluyor, bırak devlet işini yapsın?
Ben mi? Ben halkım! Devletin varlık sebebi halk! Hükümeti denetleme hakkına sahip halk! Anneyim, eşim, evladım, dostum, kulum, insanım, halkım ben! Vatanını çok seven ona yanlış yapanı eliyle diliyle düzeltmeye çalışan halkım ben!
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırım!
Adaletin temsilcisi Hz Ömer "Bir idareci olarak yanlış yaparsam ne yaparsınız?" diye sorduğunda "Gerekirse seni kılıçlarımızla düzeltiriz." diyen ümmet, hangi ara sırf sizin elinizde diye güce tapar hale geldiniz?
Yoğun güç zehirlenmesi yaşayan bu ümmete, hak hukuk oksijen takviyesi lazım. Acil hem de çok acil!
Psikolog SÇ
26 Haziran 2016 Pazar
Yaz Bitmeden Çocuğunuzla Yapmanız Gereken 45 Şey
"Eyvah okul bitti! Şimdi ne yapacağım?" mı diyorsunuz? Panik yok!
Çocuğunuzla eğlenceli ve öğretici bir yaz geçirmek sizin elinizde!
Nasıl mı?
İşte size yapılacaklar listesi
1. Erkenden kalkıp yürüyüşe çıkın.
2. Birlikte kahvaltı hazırlayın.
3. Birlikte alış veriş yapın.
4. Birlikte evde dondurma, kek yapın.
5. Kendi çocukluğunuzun oyunlarını öğretin ve oynayın. (beş taş, çelik çomak, sek sek vb.)
6 . Birlikte bulmaca çözün.
7. Birlikte gemi yapıp suda yüzdürün, uçak yapıp uçurun.
8. Birlikte boyama yapın.
9. Birlikte balkon keyfi yapın, balkonda çekirdek çıtlatın, nane, çilek yetiştirin.
10. Birlikte yemek yapın.
11. Birlikte Hayvanat Bahçesine gidin.
12. Birlikte yeni yerler, mekanlar keşfedin.
13. Birlikte evi temizleyin. Bunu evcilik oynuyor havasında yapın.
14. Doktorculuk oynayın. Siz hasta olun, o doktor olsun. İlginin keyfini çıkarın:)
15. Birlikte parka gidin, sallanın.
16. Günde 1 saat ders tekrarı yapmasını sağlayın ama asla zorlamayın.
17. Birlikte evde bozuk aletleri tamir edin. Boya badana yapın.
18. Birlikte dua, şiir, skeç ezberleyin. Akşam ev ahalisine sunun.
19. Birlikte saklambaç oynayın.
20. Birlikte bisiklet sürün.
21. Çocuğunuzu, spor, müzik boyama gibi herhangi bir kursa gönderebilirsiniz ama bir sürü kursa gönderip bezdirmeyin. Unutmayın, tatil herşeyden önce dinlemek içindir.
22. Sessiz sinema oynayın.
23 Birlikte bir sinema filmi izleyin. Mısırı onun patlatmasına izin verin.
24. Pikniğe gidin, su savaşı yapın.
25. Kuaförcülük oynayın. Bırakın siz değerli müşterisine en güzel hizmeti sunsun. Siz bakımın, güzelliğin keyfini sürün:)
26. Birlikte video, slayt hazırlayın ev halkına sunum yapın. Sosyal Medyada da paylaşabilirsiniz:) Teknoloji bilgi ve becerilerinin şaşırtıcı düzeyde olduğunu göreceksiniz.
27. Birlikte bir yardım kampanyasına katılın.
28. Mum ışığında gölge oyunu oynayın.
29. Çocukluk anılarınızı paylaşın. Nasıl bir çocuk olduğunuzu anlatın. Büyük bir ilgiyle dinlediklerini göreceksiniz.
30. İlgisini çeken bir konuda, koleksiyon yapmaya çalışın.
31. Birlikte şarkı söyleyip dans edin.
32. Akraba ziyareti yapın ya da telefonla arayın. Mektup veya email yazıp cevap bekleyin.
33. Kitap okuma saati koyun. Son 10 dakika herkes okuduğunu paylaşsın.
34. Birbirinizi gıdıklayın.
35. Evde yastık savaşı yapın.
36. Birlikte yemek yapıp ya da bir hediye alıp hasta ya da yaşlı komşunuzu ziyaret edin.
37. Çocuğunuzu, mahallede açılan Kuran Kursu'na gönderin. Ezber ve ödevlerinde yardımcı olun.
38. Lunaparka gidin, birlikte oyuncağa binin ve çığlık atın. Sizin çığlıklarınız onu çok keyiflendirecektir:)
39. Kapının önüne sokak hayvanları için su ve yiyecek bırakın.
40. Birlikte çekmeceleri düzeltin. İçinde çıkan eski eşya ve fotoğraflarla nostalji yapın:)
41. Akşam sahilde parkta ya da ormanda birlikye yürüyüş yapın.
42. Birlikte resim çizin, eski bir tişörtü boyayın.
43. Arkadaşlarıyla bir araya gelip oynamaları için ortam hazırlayın.Siz de bu arada kendi işlerinizle ilgilenmiş olursunuz.
44.İsim şehir hayvan oynayın.
45. Birbirinizin fotoğraflarını çekin. Birlikte selfi çekmeyi de unutmayın.
Artık selfi çubuğu bir ihtiyaç:)
Size önerim, tatilin son haftası kendinize 45 üzerinden puan verin. Bu da bizim tatil karnemiz olsun, hep çocuğumuz karne alacak değil ya:)
Çocuğunuzla keyifli bir yaz geçirmeniz dileğiyle...
Psikolog SÇ
25 Haziran 2016 Cumartesi
Kadın Ve Erkek Arasındaki 20 Temel Fark
Kadın ve erkek birbirini tamamlar. Yaratılış olarak, birbirine eşit değiller ama bu birinin diğerine daha üstün olduğu anlamına gelmiyor. Her ikisinin farklı donanım ve bu donanımlara uygun sorumlulukları vardır o kadar:)
Psikolog SÇ
22 Haziran 2016 Çarşamba
Üniversitede başörtülü ilk günüm:)
Ateizm karanlığından henüz kurtulmuştum. Yokluğun cehennemini iliklerime kadar hissetmiş biri olarak kazandıklarıma sıkı sıkı tutunma ihtiyacı hissediyordum.
Namaz kılmayı bilmiyordum, daha doğrusu çok küçükken öğrendiğim namazı ve duaları unutmuştum. Tekrar öğrenmem biraz zaman alacaktı ama benim kaybedecek bir dakikam bile yoktu. Çünkü solcu arkadaşlarım beni vazgeçirmek için her yolu deneyeceklerdi. Ne kadar kararlı olduğumu gösterebilmek için çok belirgin birşey yapmam gerekiyordu.
Evet belki başörtüsü bir metrekare bir bez parçasıydı ama o kadar derin anlamlar yüklüydü ki iki dünya arasında net bir çizgi çiziyordu. Kesinlikle hemen başörtü takmalıydım. Yoksa solcu arkadaşlarımın üstüme gelmeleri kaçınılmazdı.
Boğaziçi Üniversitesi Kuzey Kampüs yurdunda kalıyordum. Hey gidi günler, nelere şahit oldu 105 nolu oda:)
Başörtü bulmak için cemaat evinde kalan arkadaşıma gittim. Durumu anlattım. Önce tereddüt etti "Emin misin? Önce namaz kıl, biraz vakit geçsin, kendini hazır hissedince başörtü de takarsın" dedi.
Kararlıydım, iki dünya arasında net bir çizgi çizecektim, o da ancak başörtüyle olurdu. Akşam bir prova yaptık. Salavatlar eşliğinde başörtümü taktım, kalbim pır pır ediyordu. Bir yandan da arkadaşım bana taktikler veriyordu. "Aman sakın ha hoca dersten çık derse çıkma, yoksa bir daha o derse giremezsin"
Can kulağıyla dinliyordum "Sakın ha dersten çıkma, tamam çıkmam"
Mevsim kış, biraz kalın bir başörtüydü ve hayatımda ilk defa tanıştığım iğneler...
Hep merak etmiştim bu iğneler batmıyor mu diye. Başımda 4 5 iğne olunca başımı sağa sola çevirmekten korkuyordum.
Neyse heyecanla gittim, sınıfta oturdum.
Kafamda deli sorular "Tepkileri ne olacak? hocalar ne diyecek? "
Sıra dışı bir etkinlik yok gibiydi. Sonra Ebru çıkıp geldi "Ama Sena şimdi sırası mı? Ben sana daha bir sürü kitap getirecektim!"
Tahmin ettiğiniz gibi Ebru benimle ilgilenen solcu arkadaş. Konyalı muhafazakâr bir ailenin çocuğu, zeki sevecen biri. Ateist olmuştu. Ailenin çok üzüldüğünden bahsediyordu.
Onunla birlikte çift taraflı araştırmaya karar vermiştik. Ve aslında aynı sonuca da birlikte vardık "Allah var, Allahtan başka ilah yok"
Ama Ebru'nun sevgilisi çok sıkı bir solcuydu. Ve Ebru'nun hayatını yıkıp baştan inşa etmeye ne cesareti ne de gücü vardı. Ah Ebru hala içimde yarım kalmış bir şarkı, hiç dinmeyen bir sızı...
Derken Mr Murray derse girdi. Amerikalı bir hoca. Şöyle bir süzdü, vücut dilinden mutlu olmadığı belliydi ama bunu hiç bir şekilde sözlerine yansıtmadı.
"Oh Sena what a change!" Bu ne değişiklik böyle!
"My New style" Yeni tarzım.
"It fits you" Yakışmış.
O an hocanın hoşgörülü tavrı "Acaba Hristiyan mı olsaydım?" dedirtti resmen. İnsanlara nasıl davranacaklarını çok iyi biliyorlar:)
İkinci ders Türk bir hocamız adını vermeyeceğim ama adının anlamı "yılan kadın" demekti, varın siz düşünün:) derse geldi.
Önce inanmak istemedi. Mevsimin kış olmasından ümitlendi. İngilizce" İçerisi sıcak, bence şalını çıkarabilirsin" dedi.
Ben böyle rahat olduğumu söyledim. Bu arada iğnelerden başımı çeviremiyorum, yan bakıyorum hocaya. Ona kafa tuttuğumu sanıyor:) Birden ses tonu sertleşti ve "Get out i dont want you like that" "Çık dışarı seni böyle istemiyorum" diye bağırmaya başladı:(
Aklımda arkadaşımın cümlesi "Sakın çıkma" Yan yan bakıp(!) "Çıkmam, çıkmam" diyorum.
Zaten çıkacak hal de kalmamış. Kemik yok, et yığını olmuşum korkudan:)
Dışarıda hesap vermem gereken solcu arkadaşlar, evde tedirgin bekleyen bir aile, burada "çık çık" diye bağıran bir hoca, ve bütün bunlar yetmezmiş gibi "zamanı mıydı???!" diye feryat eden bir nefis; dört bir yandan abluka altındaydım:)
Kararlılığımı gören hoca elindeki kalemi yere fırlattı ve sigara içmek için dışarı çıktı. O an sınıfta ölüm sessizliği hakim oldu.
Evet benim için "The end of the world" dünyanın sonu:)
"Bundan daha kötü ne olabilirdi?" diye düşünürken birden sınıfta bir alkış tufanı koptu.
"Yaşa Sena, Yaşa Sena"
Birden kendime güvenim geldi. Mücahide gibi hissediyordum:)
Sonra ne oldu dersiniz?
"Yaşa Sena dersi kaynattın!"
Önce "Tüh be sizi pis carpediemciler" dedim içimden. Meğer dertleri dersin kaynamasıymış:) Sonra demek ki, hiç de dünyanın sonu değilmiş, alt tarafı ders kaynamış deyip rahatladım:)
Birazcık komünist ortamlarda takılan herkes bilir "sınıf farkı, sınıf bilinci" sık sık kullanılan jargonlardandır. Ebru'nun erkek arkadaşı haber göndermiş bana "Sınıf bilinci yok, bize ihanet etti." diye. Korkudan koloni şeklinde dolaşıyordum:) Arkadaşlarımdan ayrı adım atmamaya özen gösteriyordum. Ne çektik bu ideolojilerden be:)
Birgün derse geç kalmışım Güney Kampüste hızlı hızlı adımlarla derse yetişmeye çalışıyorum. Benim solcu grup top oynuyor. Başkan topu öyle bir kafama fırlattı ki, Allah sizi inandırsın sahanın ortasında uzanmış olarak yıldızları tek tek saydım. Neyse ki bu kadarla kurtulduk:)
Kendi gibi düşünmeyene tahammül edemeyen bir tek bugünün muktedirleri değil yani:)
Yıl içinde bayan hocam bir daha hiç yüzüme bakmadı. Beni yok saydı. Ne kadar çabalasam da derste sesimi hiç duymadı. Bana ezik bir böcek muamelesi yaptı. Ve tahmin edeceginiz gibi sene sonunda o dersten kaldım.
Aslında benimle aynı görüşte olan bir sürü erkek öğrenci vardı ama onlarda başörtü gibi belirleyici bir özellik olmadığı için o tarz bir muameleye maruz kalmadılar hiç. Ne yaman çelişki ki, o hocam aynı zamanda feministti:)
Velhasılı kelam, o gün başörtünün bir bez parçası olmadığını, iki dünya arasını ayıran koca bir çizgi olduğunu gördüm. İyi ki de başörtü takmaya karar vermişim:)
Psikolog SÇ
20 Haziran 2016 Pazartesi
Bir Veda Mektubu
Bir insan öleceğini hissedince neden başkasına değil de öğretmenine mektup yazmak ister? Bu sorunun cevabını bulduğunuzda, Hizmetin neden bitirilemeyeceğini de anlayacaksınız.
Bir Veda Mektubu...
Öğretmenim! Size 16 Ağustos'un yakıcı sıcağına yenik düşmüş Yalova'daki evimden yazıyorum. Saat gece yarısını henüz geçti. İçimde tuhaf bir his var Sanki, size şimdi yazmazsam, bir daha hiç yazamayacakmışım gibi geliyor. Hayatla hesaplaşmak için bu son fırsatımmış gibi hissediyorum. Hatırlar mısınız, yurttan kaçtığımız akşam, bizi bilardo solununda yakalamış ve yurda döndüğümüzde bana, " Fatih, bilir misin ki, dünyanın en mutlu cimrisi, edindiği gerçek dostlarını muhafaza edebilendir? Biz gerçekten dostsak, arkadaşlığımızı bilardo ya değişmezsin. " demiştiniz. Sonra uyuyor numarası yaptığım o gece, " Allah'ım, öğrencilerimi çok seviyorum! Bana, onların yüreklerine tesir edecek sözleri söyleyebilme gücü ver. Bilmiyorlar, bilseler böyle davranırlar mıydı? " diye dua edişinizi, battaniyemin altında akıttığım gözyaşlarımla dinlenmiştim. Ah öğretmenim! " Bu adamın bizimle ilgilenmesinde çıkarı ne? diye, için için bir öfke duydum, ilk zamanlar. O zamana kadar ya bir karşılık beklenen " eğer " türü sevgiyle karşılaşmıştım: " Eğer iyi bir çocuk olursan, ailen seni sever." "Seni seviyorum, çünkü o kadar zengin ve ünlüsün ki." Hep düşündüm; karşılıksız veya mevcut bir duruma bağlı olmayan gerçek sevgi var mı diye.Ta ki sizin bizimle paylaştığınız, " her şeye rağmen sevmek " duygusuyla karşılaşıncaya kadar.
Düşünsenize öğretmenim; sigara içmeme, size defalarca yalan söylememe ve birçok kötü alışkanlığıma rağmen sevdiniz beni. Ne güzel bir insanı, bütün kötü huylarına rağmen sevebilmek! En çok ihtiyacımız olan sevgi de bu değil midir? Kalbinizin derinliklerinde dünyada kimsenin size aldırmadığını ve sizi gerçekten sevmediğini düşünseydiniz, edindiğiniz mal veya şöhretin, başarı veya unvanların sizin için bir önemi kalır mıydı? Dünya başınızın üstüne çöküvermez miydi? Günün birinde gerçek ve doyurucu bir sevgiye ulaşabileceğiniz umudu olmasa, hayatınızın geri kalanını nasıl yaşayabilirdiniz?
Ne olur öğretmenim, hep böyle kalın! İnanın, üniversiteyi kazanamasam veya son dakikalarımı yaşıyor olsam da; bunu bize tattırmanızın verdiği mutluluk, her şeye bedeldi. Bundan sonra öğrenciniz olma mutluluğunu yaşayabilecek öğrencilerinize de, şu dileklerimi aktarabilir misiniz?
" Arkadaşlarım, kardeşlerim, ağabeylerim!...Sizce bu yılınızı iyi geçirdiniz mi? Sağlıklı olduğunuz için hiç sevindiniz mi? Bu yıl kaç defa gün ışığıyla uyandınız? Kaç kişiye, sırf içinizden geldiği için bir hediye aldınız? En son ne zaman mektup yazdınız veya eski arkadaşınızı aradınız? Bunlar aslında önemsiz gibi görünen küçük ayrıntılar değil mi? İyi bir hayatın bunlar gibi birçok küçük şeye bağlı olduğunu düşündünüz mü hiç? Öyleyse bundan sonra bir düşünün. Yayılın çimenlerin üstüne. Acele edin. Er veya geç, çimenler yayılacak üzerinize! "
Canım öğretmenim! Bilseniz, şu an o kadar rahatım ki! Saat 03:00'e geliyor. Artık uyuyabilirim, hem de bir daha hiç uyanmamacasına... Hoşça kalın! Sizin "her şeye rağmen " sevgininize layık olamayan ama sizi her zaman sevecek olan yaramaz öğrenciniz.
Bu mektup 17 Ağustos depreminde vefat eden Mesut Fatih Çelik'in depremden kısa bir süre önce öğretmenine yazdığı mektubudur. Fatih, üniversite imtihanında Bilkent Üniversitesi, işletme ( burslu ) bölümünü kazandığını öğrenemedi. Mektubu Fatih'in annesi, enkazın altında bulup öğretmenine getirmiştir.
Psikolog SÇ
19 Haziran 2016 Pazar
Arınç soruyor "Davutoğlu nasıl kendine izah edecek?"
Mazlumun duası ve Allah arasında perde yoktur. Bu mazlum kafir bile olsa, Allah er geç hakkını zalimden alır.
Peki ya zulme uğrayan masum, zayıf, kimsesiz bir çocuk ise? Bu zulmü daha da katmerleştirip zalimin uğracağı azabı arttırır sadece!
Hikmet, hiç şüphesiz bu sürecin zulmüne uğramış en dramatik sembol isimlerden biri. Onun hikayesi herkesin yaşayacağı cinsten değil. Küçücük yaşında, omzuna dağlar büyüklüğünde bir yük binmiş. Önce babası sırf namuslu bir şekilde işini yaptığı için hapse girdi. Sonra annesini ve daha hiç tanımadığı kardeşini kaybetti.
Kalbi kırık, boynu bükük, mahzun bakışlı Hikmet dürüst bir babanın evladı olmanın bedelini ödüyor. Onca zulüm, haksızlık arasında hayata tutunmaya çalışıyor. Varlığı, zalimin kulaklarını sağır eden bir çığlık olacak hep.
Malum sebeplerden Türkiye'de konuşacak bir kanal bulamayan Bülent Arınç yabancı bir kanala röportaj verirken zorla istifa ettirilen Ahmet Davutoğlu için "Çok üzüldüm, bu uğradığı vefasızlığı çevresine, ailesine en önemlisi de kendine nasıl izah edecek." demişti.O zaman aklıma Hikmet ve onun gibi zulme uğrayan binlerce masum geldi. Yazıklar olsun demekten kendimi alıkoyamadım. "Halen üzüntüleri iktidarı kaybetme, yani kendileri kaynaklı" dedim.
Evet, Davutoğlu ve arkadaşları, 20 aylık bir iktidar için öyle bir zulme ortak oldunuz ki, emin olun hiçbir zaman ne çevreye ne de kendinize yaptıklarınızı izah edemeyeceksiniz. Yıktığınız hayatların enkazı altında kaldınız. Hikmetler, Berfìnler, Berkinler kabusunuz olacak. Zulmünuz ebediyete kadar peşinizi bırakmayacak.
Her aynaya baktığında emanete ihanet etmiş , halkına zulmetmis birini bulacaksın karşında. Kendine olan saygın sıfirlandı. Geceleri uyuyamıyorsun. Uğruna zulme ortak olduklarını seni sattı. Hem bu dünya da hem de ahirette kaybettin.
Değdi mi inanmadığın bir yolda yok olup gitmeye? Sen artık yoksun, hiçsin, 57 yılı, ilmi, birikimi, hiçlik yolunda mazluma zulmederek sıfırladın. Sıfırlayanlarla aynı saftasın!
Öyle bir zulme ortak oldun ki uykular haramdır artık.
Vicdandan daha rahat bir yastık yok.
Psikolog SÇ
18 Haziran 2016 Cumartesi
Müslümanlar Gerçekten Cemaatin Yanında Değil Mi?
Bu soruyu iki tür insan soruyor. Birinci grubun amacı bu sorunun cevabını aramak değil hatta cevabı da biliyorlar. Akp'nin yolsuzluklarını, hırsızlıklarını, hukuksuzluğunu örtbas etmek için cemaati hedef gösteren ve cemaat üzerinden algı yürütmeye çalışan iki yüzlü bir grup.
Bu grup, ayetle makara yapılmasına ses çıkarmaz. Hırsızlığı, tecavüzü bile savunur. İslam der, ama ağıza alınmayacak küfürler eder. Günah işleme özgürlükleri(!) vardır. Rüşvet, eskortlu kızlar, muta nikahı, ihale rant hileleri hayatlarının bir parçası.
Bunlar, Cemaate hem terörist, hain, ajan, der hem de cemaatin icraatlarını "kopyala yapıştır" yaparak taklit etmeye çalışır. Çakma Türk Okulları, Türkçe Olimpiyatları, dernekler, kurumlar ve daha neler neler... Tabi bunu da beceremedikleri için Cemaate olan kinleri daha da artar.
Bu grup dünyada (çok büyük bir musibet yaşarsa belki) yaptığı zulmü görüp pişman olacak gibi görünmüyor. Malum büyük suçların karşılığı olan büyük cezalar ahirete bırakılır.
Bu grubu muhatap alıp ardı arkası kesilmeyen sorularına cevap vermek beyhude. Art niyetli sorulara verilecek en güzel cevap sükuttur. Ya da Üstad'ın deyimiyle bir tükürük!
Ama bir de bu algı operasyonuyla aklı fikri zehirlenmiş iyi niyetli insanlar var ki onlar için işin aslını ifade etmek lazım. Sadece bu konuda değil bütün iftira ve sorular için bu ölçü geçerlidir.
Bugün dünya üzerinde Cemaatin müslüman ülkelerin hemen hepsinde okulu var, ve bu okullarda hem eğitim hem yardım hem de kültürel faaliyetlerini devam ettirmektedir. Buradaki müslümanlar da her platformda bu faaliyetleri şükranla, minnetle dile getirmektedir. Vefa müslümana en çok yakışan vasıflardan...
Cemaatin sadece iki müslüman ülkede okulu yok! Birincisi Akpli bakanların önüne yattığı Persli uşağın memleketi ehli sünnet düşmanı Şii İran, ikincisi TÜRGEV'e milyon dolarlar bağış (!) yaptığı bilinen vehabi Arabistan!
Türkiye'ye gelince durum biraz karmaşık gibi görünse de aslında fotoğrafın tamamında her şey çok net.
Yanımızda olmayan Cemaatlerin önce hırsızlığa, makaraya, yolsuzluğa, onca yozlaşmaya ses çıkarması gerekir ki bizi desteklemeyince bir anlamı olsun!
Ayetle dalga geçildi, sustular
Dinin derisi soyuldu, sustular
Ayakkabı kutularına sustular
Ergenekon serbest kaldı, sustular
Menfaat, korku, gaflet, sebep ne olursa olsun sustular!
Bizim yanımızda olmasınlar.
İslam'ın yanında olsunlar yeter!
Allahın hukukunu çiğneyenlerin yanında olanlar neden bizim yanımızda olsun ki?
Bir de bizzat şahit olduğum konuşmalar var. "Siz haklısınız ama biz konuşarsak zarar görürüz. Akp'yle başa çıkılmaz" diyen farklı cemaat mensubu gariban müslümanlar var. Onları da kınamıyorum. Burdan yazdıklarımı görünce incinmesinler. Onları bu korku dağlarına mahkum eden sözde dindar zalimler utansın!
Bugün Türkiye şartlarında birkaç samimi cemaat hariç yola yalnız devam ediyorsak bu bizim haklılığımızı gösterir. Yoksa sizin tabirinizle yenileceğimiz (!) bir savaşa niye girelim. Doğru olmanın bedeli ağırdır, o bedel başımızın tacıdır.
"İnanmadığım bir davada kalabalıklarla birlikte yürüyeceğime, inandığım yolda yalnız yürürüm." Muhsin Yazıcıoğlu
Psikolog SÇ